Söylediklerine göre Sars-cov-2 virüsü, havada, nefesimizde, fomitlerde dolayısıyla her yerde dolaşıyor; virüsten kaçış ancak DSÖ’nün ve sağlık yetkililerinin belirlediği birtakım kurallara, hükümetlerin tedbir genelgelerine ve yaptırımlarına uyulduğu takdirde mümkün. Koronavirüslerin, influenza virüsleri ile damlacık boylarının neredeyse aynı olmasının ve aynı şekilde bulaşmasının bir hükmü yok gibi görünüyor zira hiçbir solunum sistemi hastalığı için alınmayan maske, sosyal mesafe, kapanma gibi sözüm ona tedbirler SARS-CoV-2 için alınabiliyor. Çünkü iddiaya göre, SARS-CoV-2, influenza virüslerindan çok daha tehlikeli ve bulaşıcı. Bildiğimiz üzere DSÖ, Nisan 2009 Cenevre toplantısında salgın tanımı ve şartlarını revize etmişti. Salgın ilanı için öncelikli şart “virüsün öldürücülüğü” yerini artık “virüsün bulaşıcılığı/vaka durumu” almıştı. Öyleyse bile, yüksek bulaşıcılığı ile salgın ilan edilmesine sebep olacak bir virüsten bahsedeceksek eğer, öncelikle o virüsün izolasyonunun/purifikasyonunun sağlanıp sağlanmadığını bilmemiz gerekli değil mi? SARS-CoV-2 olduğu iddia edilen parçacıklar saflaştırılmamışsa, bu parçacıkların RNA gen dizilerinin o “çok bulaşıcı ve tehlikeli olan yeni virüse” ait olduğundan nasıl emin olabiliriz? “Salgının kaynağı nedir? Virüsü taşıyan hayvan ve ilk konakçısı, virüsün bulaştığı birden fazla insan nerede?” gibi en temel sorular, ortada salgın olduğunu ısrarla iddia eden sağlık otoritelerince yanıtsız bırakılıyor gibi görünse de, aslında açıkça bir “kaynak yok” itirafında bulunduklarını biliyoruz.
1- CDC, "2019-nCoV'nin nicelleştirilmiş virüs izolatlarının şu anda mevcut olmadığını" itiraf eder ve "klinik örneği taklit etmek" için genetiği değiştirilmiş bir insan akciğer alveolar adenokarsinom hücre kültürü kullanıldığını kabul eder: https://www.fda.gov/media/134922/download
2- Leo LM Poon ve Malik Peiris’in, Mart 2020 Nature Medicine’de yayınlanan makalelerinde “elektron mikroskobu altındaki SARS-CoV-2” olarak sundukları görüntü, aslında enfekte bir hücreden tomurcuklanan virüstür, saflaştırılmış bir virüse ait değildir. https://www.nature.com/articles/s41591-020-0796-5
3- Myung-Guk Han, ekibiyle yürüttüğü 6 Mayıs 2020 tarihinde Pubmed’de yayınlanan “SARS-CoV-2 izolasyonu” adlı araştırmaları için “arınma derecesini tahmin edemedik çünkü hücrelerde kültürlenen virüsü saflaştırıp konsantre etmedik” açıklamasını yapar.
4- Wan Beom Park ve ekibinin Journal of Korean Medical Science dergisinde 24 Şubat 2020’de yayınlanan “Kore’deki ilk hastalarda Sars-cov-2’nin izolasyonu” adlı makalede, CPE’yi (sitopatik etki) gösteren -saflaştırılmamış- vero hücrelerini sabitleyerek, elektron mikroskobunda küresel taç şeklindeki parçacıkların mikrografisinin alındığı anlatılır. Elektron mikroskobundaki görüntüde, vero hücre kültüründe gözlenen CPE’nin, bir virüsten mi yoksa kültürün kör geçişinden mi kaynaklandığı belli değildir: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32080990/
Birkaç çalışma yazarı makaleyi açıklarken şu cevabı verir: “Saflaştırma derecesini gösteren bir elektron mikrografı elde etmedik.”
2, 3 ve 4. maddelerle belirtilmiş makalelerde ve benzeri makalelerdeki temel sorun, gerçek bir virüs izolasyon çalışmasına ait olmaması ve “izolasyon” işleminin manipüle edilmesidir. “SARS-CoV-2’yi izole ettiğini iddia eden araştırmacılar, hücre kültürü çorbasında gözlemledikleri CPE’nin bir virüs tarafından mı yoksa hücre kültürü sürecinin kendisinden mi oluştuğunu öğrenmek için gerekli kontrolleri yapmadılar. Fakat en azından genomlardaki mutasyonların kültür süreci tarafından yaratılıp yaratılmadığını belirleyemediklerini kabul ediyorlar. Arındırma/pürifikasyon için gerekli olan temel şart şudur ki, virüs olduğu düşünülen parçacıklar izole olarak, doğrudan değiştirilmemiş hasta numunelerinden elde edilir, laboratuvarların deneysel çorbasından değil.” Andrew Kaufman, Sally Fallon Morrell ve Dr. Thomas Cowan’ın kaleme aldığı “Virüs İzolasyonuna İlişkin Açıklama” metnini lütfen okuyun: https://andrewkaufmanmd.com/sovi/
5- "Eurosurveillance" dergisinde Christian Drosten ve ekibi tarafından yayınlanan makalede Drosten, orijinal hasta numuneleri yani enfekte olmuş bir insandan yahut doğal ortamdan elde edilmiş numunelerin esasta var olmadığını belirtiyor: (Eurosurveillance dergisindeki ilgili makaleye buradan ulaşabilirsiniz.)
“Orijinal hasta numuneleri yok” ise laboratuvar kökenli deneysel çorbadan elde edilmiş saf olmayan numune var demektir, yani açıkça laboratuvarda üretilmiştir. Drosten neden 2020’de Çin’de olduğu düşünülen şu meşhur at nalı yarasasının virüsünü değil de, 2003 yılının Rhinolophus isimli yarasasının virüsünü kullandı? SARS-CoV-2’nin konakçısı neden belli değil? Konakçı belli değilken, ilk hastalardan dolayısıyla bu virüsün enfekte ettiği insanlardan bahsedebilmek mümkün mü?
6- Drosten makalede aynı zamanda, SARS-CoV-2 datası üzerine tüm çalışmalar ve hesaplamalar için, enfekte insanlardan elde edilen gerçek izole örnekleri değil, bilgisayar bankalarından çıkarılan "in silico" (teorik) dizileri kullanıldığını kabul eder: (Drosten'ın makalesinin incelemesine buradan ulaşabilirsiniz.)
SARS-CoV-2 datası (gen sekansı) enfekte insanlardan elde edilememiştir çünkü izole edilebilmiş bir virüs mevcut değildir. Bilgisayar bankalarından elde edilmiş “in silico” teorik dizileri PCR testi metodolojisini geliştirmek için kullanılmıştır. Daha açık ifadeyle PCR testinin taradığı, gerçekte var olan ve enfekte insanlardan elde edilmiş Sars-cov-2 datası değil laboratuvarlarda uydurulmuş bir virüsün bilgisayar bankalarından çıkarılan gen sekansıdır.
7- The Lancet hakemli tıp dergisinde 17 Eylül 2021 tarihinde SARS-CoV-2’nin kökeninin sorgulandığı bir yayında, açık bir ifadeyle Sars-cov-2’nin doğal bir kökenine ilişkin doğrudan kanıtlar olmadığı açıklanır: “COVID-19'un etken maddesinin doğal bir virüsten geldiği yaygın olarak kabul edilmektedir, ancak bu, insanlara nasıl bulaştığını açıklamamaktadır. SARS-CoV-2'nin proksimal (en yakın) orijini, yani insanlara geçmeden önceki son virüs ve konakçı sorunu, doğal köken hipotezini destekleyen, çokça alıntı yapılan tek bir fikir makalesinde açıkça ele alındı. Ancak mantıklı bir yanlışlık var… Şuanda yaşadıklarımızın ise kökeni olmadığı için, diğer salgınların (örneğin, Nipah, MERS ve 2002-04 SARS salgını) doğal kökenlerini destekleyen önemli kanıtlar olsa da, SARS-CoV-2'nin doğal kökenine ilişkin doğrudan kanıtlar yoktur. 19 aylık araştırmalardan sonra, SARS-CoV-2'nin proksimal-en yakın ataları hala bulunamadığı belirtiliyordu. Ne yarasalardan insanlara giden konak yolu ne de Yunnan'dan (SARS-CoV-2 ile en yakından ilişkili virüslerin örneklendiği yer) Wuhan'a (pandeminin ortaya çıktığı yer) coğrafi yol tanımlandı!” (Lancet'teki ilgili makaleye buradan ulaşabilirsiniz.)
Robert Koch Enstitüsü İleri Işık ve Mikroskobu İş Bölümü Başkanı Dr. Michael Laue, “Sars-cov-2’nin saflaştırıp izole edildiği herhangi bir çalışmadan haberdar değiliz.” demişti. Sars-cov-2’nin izole edildiği gerçek bir çalışma neden yok?
Sars-cov-2’nin izolasyonuna ilişkin meseleyi özetleyelim; Sars-cov-2’nin kaynağı mevcut değil, Covid-19’a neden olduğu söylenen patojenin saflaştırılması hiçbir zaman mümkün olmadı ve mikrografisi görüntülenmedi.
SALGININ BİR KAYNAĞI YOK.
Salgına kaynak uyduran bir araç var sadece: PCR. DSÖ’nün 17 Ocak 2020’de PCR’ın 45 döngüde çalıştırılması talimatını sunan protokolü kabul etmesinin nedeni nedir? Neden PCR’ı Covid-19 tespiti için kullanma ve yüksek döngüde çalıştırma kararı aldılar peki? 16 Mart 2020 tarihinde Covid-19 medya brifinginde DSÖ Genel Direktörü Tedros şunu söylemişti: “Tüm ülkeler için basit bir mesajımız var: Test edin, test edin, test edin…” Oysa PCR’ın Covid-19 tespiti için uygun olmadığı zaten biliniyordu. PCR’ın Nobel ödüllü mucidi Kary Mullis’ın, bu testin virüs tespiti için kullanılamayacağını söylediğini biliyoruz. Avustralyalı bulaşıcı hastalıklar uzmanı Sanjaya Senanayake DSÖ’nün PCR ısrarına karşın bir röportajında şunları söylüyor: “Eğer elimizde başka bir test olsaydı kesinlikle onu kullanırdık. Covid-19 için maalesef altın standart testimiz yok.” Açıkça, “altın standart test, saflaştırılmış virüsün kendisi olmalıyken, PCR’ın, altın standart testi olarak kabul edilmesi istendi.” PCR son derece hassas olarak en küçük DNA ve RNA parçalarını algılayabiliyor pekala fakat bu parçacıkların mutlaka nereden geldiği de bilinmelidir. Gen dizileri için kalibre edilen PCR testlerinin gördüğü gen parçacıklarının RNA virüsü olduğu söylenen Sars-cov-2’nin bir parçası olup olmadığını bildirmesi beklenir ki bunun için o virüsün mutlaka izole edilmiş olması gereklidir.
İzole edilmemiş bir virüsü, değil PCR, hiçbir test tespit edemez.
PCR testinin kalibre edildiği RNA dizilerinin herhangi bir virüse ait olduğu belli değildir. Bu RNA dizilerinin COVID-19 olarak adlandırılan hastalığa neden olan ajan olduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.
İşte burada, bu testlere neden güvenilmemesi gerektiği ortaya çıkıyor:
- Çin Tıp Bilimleri Akademisi başkanı Wang Chen Şubat 2020 tarihinde PCR testlerinin “sadece yüzde 30 ila 50 doğru” olduğunu kabul eder. (İlgili habere buradan ulaşabilirsiniz.)
- Mart 2020’de Çin’den %80 yanlış pozitiflik oranı bildirilir:
(İlgili makaleye buradan ulaşabilirsiniz.)
- 3 Mart 2020’de Jamanetwork’de yayınlanan bir makalede, Singapurda neredeyse her gün 18 hastaya yapılan testlerin en az bir kez "pozitif"ten "negatif"e ve bir hastada en fazla beş kez "pozitif"ten "negatif"e geri döndüğü anlatılır. (İlgili makale)
- Milford Moleküler Teşhis Laboratuvarı'ndan Sin Hang Lee, 22 Mart 2020'de DSÖ'nün koronavirüs müdahale ekibine ve Anthony S. Fauci'ye şunları söyler: “İnsan örneklerinde SARS-CoV-2 RNA'sını tespit etmek için kullanılan PCR test kitlerinin birçok yanlış pozitif sonuç ürettiği bildirilmiştir.”
- 26 Mart 2020’de Journal of Medical Virology'de yayınlanan bir makale, Wuhan'daki bir hastanede 610 hastadan 29'unun “negatif”, “pozitif” ve “şüpheli” arasında değişen 3 ila 6 test sonucunun olduğunu gösterir: (İlgili makaleye buradan ulaşabilirsiniz.)
- FDA’nın PCR testlerine ilişkin açıklama makalesinde şöyle der: “Pozitif sonuçlar bakteriyel enfeksiyonu veya diğer virüslerle birlikte enfeksiyonu dışlamaz. Tespit edilen etken, hastalığın kesin nedeni olmayabilir.” (PDF 2. sayfaya bakın.)
- Altona Diagnostics PCR testlerinin kullanım kılavuzunda testlerin “tanı testi olarak tasarlanmadığı” belirtilir. (Kılavuz için tıklayın.)
- Portekiz Temyiz Mahkemesi PCR'ın %90'larda yanlış pozitif verdiğini doğrular: (İlgili mahkeme kararı.)
- LabCorp’un PCR’a yönelik laboratuvar çalışması: “Pozitif sonuçlar, koronavirüs HKU1, NL63, OC43 gibi SARS-CoV-2 olmayan koronavirüs suşları ile geçmişteki veya mevcut enfeksiyondan kaynaklanıyor olabilir.” HYPERLINK
- DSÖ, “COVID-19 teknik kılavuzu: İnsanlarda 2019-nCoV için laboratuvar testleri” bölümünde şu açıklamayı yapar: "2019-nCoV'u tespit eden birkaç tahlil, hem şirket içinde hem de ticari olarak geliştirilmekte ve geliştirilmektedir. Bazı tahliller yalnızca yeni koronavirüsü saptayabilir ve bazıları da genetik olarak benzer olan diğer suşları saptayabilir." (İlgili açıklamaya buradan ulaşabilirsiniz.)
PCR test sonuçlarını anlamsız kılan en önemli sorunlardan biri de yüksek döngü sayısı/CT değeridir. MIQE Kılavuzunda (kantitatif PCR üzerindeki yayınları değerlendirmek için gerekli minimum bilgileri tanımlayan kılavuz) şöyle yazar: “40'tan yüksek CT değerleri, ima edilen düşük verimlilik nedeniyle şüphelidir ve genellikle rapor edilmemelidir.” (PDF 7. sayfaya bakın.)
PCR konusunda dünyaca ünlü bir uzman olan Moleküler Tıp Profesörü Stephen A. Bustin da şunları söyler: “Bu tür keyfi CT değerlerinin kullanılması doğru değildir, çünkü bunlar çok düşük olduğunda geçerli sonuçları ortadan kaldırır ya da çok yüksek olduğunda yanlış "pozitif" sonuçları artırır.”
PCR CT değeri defalarca kez revize edilmesine, sayısız kez yanlış pozitif verdiği, hastaların vücudunda alakasız başka virüsleri de görebildiği ispatlanmasına ve 21 Temmuz 2021’de CDC’nin sağlık yetkililerini “alternatif bir teste geçiş yapın” önerisi sunmasına rağmen bugün hala bu testin terk edilmemesinin anlaşılır hiçbir tarafı yoktur. Bugün hala tüm laboratuvarlarda 40-45 üzeri Ct kullanmaya, haliyle yanlış pozitif sonuçlar çıkmaya devam ediyor. Testlerle kanıtlanan nedir? Mehmet Ceyhan’ın deyimiyle “%50’lik oran” bizlere neyi kanıtlayacaktır?
Tekrar edelim, izole edilmiş bir virüs mevcut değilse, PCR testleri hiç kimseye “şu patojenle enfekte oldunuz ve Covid-19 hastasısınız” diyemez zira testlerin kalibre edildiği RNA dizilerinin Covid-19’a sebep olduğu düşünülen patojene ait olduğuna ilişkin bilimsel hiçbir kanıt yoktur. “Hastasınız veya değilsiniz” diyebilmek için yazı tura atmayı denemek bile; ısrarla yüksek döngüde çalıştırılan, neyi tespit ettiği bilinmeyen, güvenilir hiçbir sonuç ortaya koyamayan ve zaten icat edilme amacına uygun şekilde kullanılmayan PCR testinden belki de çok daha akıllıca olacaktır.
İzole edilmemiş bir virüsle, “virütik” değil ancak “politik” bir salgın yaratılabilir ve böyle bir salgın; “kamu sağlığı” söylemleriyle, farmakolojik metotlar eşliğinde eğitimden ekonomiye, ekonomiden yönetim sistemlerine küresel çaplı bir sıfırlamaya, Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab’ın tabiriyle Büyük Sıfırlamaya kaldıraç görevi görebilir.
Kaynağı yoksa, salgın da yoktur. Var olmayan bir salgının “tedbir” politikaları, tedavi protokolleri, aşıları vs. var olamaz. Politik bir salgın da ancak, tüm bu zırvalıklar çöpü boyladığında son bulacaktır. Hatta bilimin ışığında çöp olmuştur.
Gül Temel, araştırmalarınıza ve çatır çatır delilli yazmanıza hayranım.
Harikasınız tek kelimeyle.
Sağ olun! Var olun!