Yazan SABAHATTİN İSMAİL
21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırılarının başlaması ile 7'den 70'e tüm Kıbrıs Türkleri elindeki her türlü silahla mevzilere koşarak TMT'cilerin yanında topyekün, milli mücadeleye katılmıştı.
Üretim bitmişti.
Adanın yüzde 3'ünde 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatmaya alınmıştık.
103 köy ve kasaba işgal edilmiş 35 bin Türk her şeylerini bırakarak sadece üzerlerindeki elbiselerle daha güvenli bölgelere sığınmıştı.
Okullar, camiler, sinema salonları göçmenlere dolmuştu.
Para yoktu, yiyecek , giyecek yoktu, su yoktu. Soğuk kışta içine girecek çadır, altına yatılacak battaniye yoktu
Anavatan imdadımıza yetişti.
Kızılay gemileri Rum engellemelerine rağmen yiyecekleri, Türk ulusunun yardım olarak toplanan giyecekleri, ayakkabıları, çadırları, battaniyeleri gönderdi.
Hasta ve yaralılar için Lefkoşa kız ve erkek Liseleri binalarının olduğu (Şimdiki Milli Kütüphane karşısı) yerde Kızılay hastanesi kurdu. Doktor, hemşire, ilaç, tıbbi cihaz gönderdi .
1964'den sonlarından itibaren Ortaklık devletinde işini kaybeden erkek memurlara eşit şekilde ayda 30 Kıbrıs Lirası, Kadın memurlara ayda 15 Kıbrıs Lirası göndermeye başladı. İngiliz üslerinde çalışıp da işlerini kaybedenlere de ayda 15 Kıbrıs Lirası verilmekteydi.
Mücahitlere ayda 1 Kıbrıs Lirası veriliyordu
Liderlerimiz Denktaş, Dr Küçük, ortak Meclisten ve hükümetten kovulan milletvekillerimiz ve Bakanlarımız da eşit şekilde ayda 30 Kıbrıs Lirası maaş almaktaydı.
Doğal olarak en sefil yaşamı göçmenler yaşıyordu.
Biz 1963 Küçük Kaymaklı göçmeni idik.
1 yıl kadar Hamitköy'de çadırlarda ve rüzgarla yağmurun bir yerden girip bir yerden çıktığı ağıllarda hayvanlarla birlikte yaşadık. Babamın tek kuruşluk geliri veya maaşı yoktu. Sadece Kızılay yardımları ile yaşıyorduk.
Her ailenin büyüklüğüne göre TAYIN veya günlük dilde ( Raşın) olarak verilen pirinç, makarna, yağ, un, şeker, tuz, kuru baklagiller ile yaşamaya çalışıyorduk.
Oysa Rum saldırıları öncesi kasabamızda iki katlı evimiz ve köy meydanında kiramızda olan büyük bir kahvehanemiz vardı. Yani gelir durumumuz iyiydi. Ancak Hamitköy'e sadece üzerimizdeki elbiseler ve bir çantaya koyduğumuz 3 kuru ekmekle çekilmiştik. ..
Rahmetlik Babam Hamitköy'deki kışın soğuğu, yağmuru, çamuru içindeki çadır yaşamından bizi kurtarmak için Lefkoşa'da Selimiye Camisi karşısındaki Mısırlızade Han'ında tek gözlü bir odada yaşayan rahmetli ninemin yanına gelmemizi uygun gördü. Yağmurlu bir gün ovalardan Lefkoşa'ya gelecek olan bir kamyonun arkasına 7 çocuk, annem, babam ve eski Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı personeli rahmetli eniştem olmak üzere 10 kişi bindik ve Mısırlızade Hanı'na geldik.
Ninemle birlikte 11 kişi 15-20 metrekarelik tek bir han odasında kalıyorduk.
Mutfak ve banyo yoktu.Tuvalet ortaktı. Handa kalan 100'den fazla göçmen ve ön taraftaki mevzide yatıp kalkan bir manga mücahit 2 alaturka tuvaleti ortak kullanıyordu. Günün her saati tuvalet kuyruğu olurdu...
Suyu tenekelerle 30 metre uzaktaki Selimiye Camisi'nden taşıyorduk. Biz çocukların görevi buydu.
Yıkanma günü herkes odadan çıkar ve teneke bir leğenin içinde bir tahta tabureye oturarak yıkanırdık.
Suyu, eskiden kullanılan İslim adı verilen bir ısıtıcı üzerinde tenekeler içinde ısıtırdık. Bir tenekede soğuk bir tenekede sıcak su olurdu.
Soğuk suyu sıcak su ile maşrapa ile aktarıp ılıştırarak yıkanırdık..
Yıkanma sonrası sabunlu pis suyu yine tenekeden yapılan maşrapa ile tenekelere aktararak tuvalete taşır ve tuvalet temizliğinde kullanırdık.
Paramız ve yiyeceğimiz yoktu.
Dediğim gibi sadece Kızılay yardımlarından verilen tayınla karnımızı doyuruyorduk. Taze Meyve ve et yiyemiyorduk
Biz çocuklar 100 metre ilerideki kapalı pazardaki (Bandabuliya) manavların çöpe attığı çürük meyveleri çöp kutularından toplar, kurtlarını çakılarımızla temizler ve Selimiye Camisi şadırvanında yıkayarak yerdik...
Hiçbir gelirimiz olmadığı için rahmetli babam 1965'e kadar, bulduğu bir arabaya patates soğan koyarak seyyar satıcılık yapmaya başlamıştı.
Ben de yanında sokak sokak " patates var, soğan var" diye bağırıyordum.
Babam daha sonra Barclays Bankası ve Türk Bankası'nın temizlik işlerini almıştı. Geceleri, çalışanlar gidince, annem, babam ve biz 5 kız 2 erkek 7 kardeş bütün bankayı, tuvaletleri, lavaboları masaları temizler, tozları alır, çöp kutularını boşaltır, yerleri süpürür silerdik.
Rahmetlik Babam 1966'da ise polisin kahvehanesini kiralamıştı.
Ben, elimde askılı tepsi, polis, istihbarat ve mahkeme binaları ile hapishane bölümündeki yüze yakın odaya sabahtan akşama kahve ve çay servisi yapardım...
Sonra Göçmen evleri inşaatları başladı.
Bize de bir göçmen evi verdiler.
Bu kez de 1968'den itibaren rahmetli babamla birlikte göçmenevi inşaatlarında çalışmaya başlamıştık.
Babam bir süre sonra inşaatlarda kullanılan ve yakındaki bir ovada çamurdan yapılan tuğlaları pişirmek için kurulan dev Gamini'lerin ateşçisi olmuştu. Sabaha kadar onunla birlikte, içine güneşte kurutulmuş tuğlaların doldurulduğu gaminiye odun atıp tuğlaları pişirirdik. Sonra Gamini'nin ağzını çamurla sıvar, derinden pişmeye bırakırdık. 2- 3 gün sonra Gamini açılır ve pişmiş tuğlalar göçmen evi inşaatına taşınırdı.
İşçilerle toprak saman karışımı ile kerpiç çamuru da yapar, kerpiç kalıplarına doldurur ve pişmesi için güneşe sererdik
İlk göçmen evi inşaatlarında gönüllü mücahitler çalışmaktaydı
Soğuk kış gecelerinde ısınmak için de Gamini'den kürekle çıkardığımız yanan kömürü kullanırdık.
10 kişi kaldığımız Göçmenköy'deki 60 metrekare göçmen evimize tenekeden yapılmış kova ile yanan kömürü götürür etrafına üşüşür, ısınmaya çalışırdık. Bir gece kömürden çıkan karbondioksit gazından tümümüz zehirlenmiştik. Tam bayılmak üzereydik ki son bir gayretle rahmetli annemin zar zor kapıyı açarak odaya buz gibi temiz havayı alması ile ölümden kıl payı kurtulmuştuk.
1967 Kasımındaki Geçitkale saldırılarından sonra Türkiye'nin baskısı ile Rum kuşatmasının gevşetilmesi ve Türklerin Rum bölgelerinde çalışmasına izin verilmesi ile yüzlerce Türk Rumların yanında çalışmaya başlamıştı. Gündüz Rumlar yanında çalışanlar gece de üniformasını giyerek mevzide Ruma karşı nöbete girerdi.
Bu dönem bazen, rahmetlik babamla Lapta'da, Rumların bahçelerine su kuyusu açmaya da giderdik.
Bu, çok zor ve tehlikeli bir işti.
Her tarafından su sızan 40-50 ayak derinlikteki kaygan kuyu çeperine tutunarak iniş de çıkış da ve kuyu içinde çalışmak da çok tehlikeliydi.
Üstelik bahçe sahibi Rumlara da güvenilmezdi.
Neyse ki bizim çalıştığımız bahçenin sahibi Lukas adlı Rum çok yaşlı ve köyde yıllarca Türklerle komşuluk yapmış, fanatik olmayan biriydi..
Bu arada Zefiros Oteli ( şimdiki Merit Kristal otel) inşaatında da babamla birlikte çalışmıştık.
Yanında çalıştığımız ustamız Lefkoşa'dan bizi alır Alsancak'taki ( o zamanki adı Karava ) inşaata getirir ve gün boyu kızgın güneş altında beton yoğurup otelin temellerini dökerdik.
Sonra 1969'da, 15 yaşında orta birinci sınıfa başlarken Lefkoşa'da Ledra Palas hotel karşısındaki 11. Tabur 20. Bölükte gönüllü öğrenci mücahit oldum
Diyeceğim erkek memurlar 30 KL, kadın memurlar 15 KL, üs çalışanları 15 KL, Mücahitler 1 KL de olsa bir maaş alıyordu ama asıl sefil ve perişan olanlar hiçbir geliri olmayan göçmenlerdi. Onlar da yukarıda anlattığım gibi nerede üç kuruşluk bir iş bulurlarsa önüne ardına bakmadan orada çalışarak yaşamakta ve Ruma esir olmama, Kıbrıs'ı Yunan yapmama mücadelemizi sürdürmekteydiler
Bugünlere gelmek kolay olmadı. Değerini bilelim, o günleri çocuklarımıza da anlatarak bu günlerin değerini bilmelerini sağlayalım, o en zor anlarda yanımızda olan ve bizi mutlak bir soykırımdan kurtaran Anavatana vefasızlık ve nankörlük yapmayalım
Yapmayalım