En büyük kıyamet alametlerinden biri de fıtratın bozulmasıdır. Mesela en temel unsurlar neler, Hava, su, toprak değil mi. Bir de Güneşten gelen ısı ve ışık ile yerin merkezindeki magma tabakasından gelen ısı var. Mesela kullandığımız bu elektronik cihazlar, özellikle 5G RF ve radar dalgaları, havada oksijen atomlarının frekansını bozuyor. Değişik frekanslı oksijeni akciğerimiz tanımıyor. Bu durumda nefes alıp veriyoruz ama o oksijeni alamıyoruz. Ayrıca havayı, suyu, toprağı zehirledik. Hava su, toprak kanser olunca bitki de, hayvanlar da kanser oldu, hastalandılar ve gıda zinciri içinde, havanın, suyun, toprağın, bitkilerin, hayvanların başına gelen bizim de başımıza gelmeye başladı.
Toprak anadır. Ana yüreği çocuklarının başına gelen felakete dayanır mı? Hava, su, toprak deprem olur, su kaybolur, toprak mahsul vermez, rüzgar fırtınaya dönüşür. Toprak bu haltı yiyenlerde, çocuklarının intikamını alır. İnsan ve hayvan arasında da ilginç benzerlikler vardır. Kimi koyun gibi uysal, kimi maymun iştahlıdır, kimi Katır gibi, keçi gibi inatçıdır, ki eşşek gibidir. Kimi köpek, kimi, kedi karakterlidir. Kimi Aslan gibidir. Kimi şahin bakışlı, Kimi yılan gibi sinsidir. Kimi karınca gibi çalışkan, kimi cırcır böceği gibi öter durur. Kimi köstebek gibi derinden gider, kördür. Kimi güvercine benzer, kimi kargaya. At’a senfoni yazılır mesela. Tilki gibi kurnaz, çakal’a benzetilenler vardır, ayı’ya, arı’ya benzetilen vardır.. Buna benzer daha bir çok misal verilebilir.
Kur’an-ı Kerim bize, Domuz’a ve Maymun’a dönüştürülen insanlardan söz eder. “Aşağılık Maymunlar olun dedik” der. Yani Maymundan insan olmadı ama, insandan maymuna dönüştürülen oldu. Maymun iştahlı, maymun gibi taklitçi, maymun gibi kapkaççı, hırsız.. Koyun uysaldır mesela. İncil kuzuyu masumiyet timsali olarak görür.
Domuz pislik yer. Bize haramdır. Elbette onun bir yaratılış hikmeti vardır. O konu ayrı.Çevremize bakalım, dünyanın her yerinde ve her zaman, Domuz, Maymun ve keçi-koyun karakterli bir çok insan göreceksiniz. Aslan gibileri de göreceksiniz, güvercin gibi barışçıl olanları da. Domuz karakterliler, helal-haram, pis temiz bakmaz yer. Onlar şehvet budalası tiplerdir. Eşlerini kıskanmaz ve sürü halinde yaşasalar da, aile hayatları yoktur. Derileri kalındır, iri-yarı ve acımasızdırlar. Maymunlar, korkak, mukallit, hemen gelen ve hemen kaçan tiplerdir. Menfaat gördükleri yerde hemen var olurlar, menfaat bitince ortadan kaybolurlar.Bir de uysal koyunlar vardır. Sürü olarak intihar eden karadaki iki canlı türünden biri Domuzlar, öteki koyunlardır. Nereye sürersen oraya giderler, biri uçurumdan atlasın, hepsi peşinden atlar. Domuz da öyle.
Yahudiler, Peygamberimizin bir sözünden yola çıkarak yöneticilerle halk arasındaki ilişkiyi çoban ve sürüye benzetmişti. Orada asıl verilmek istenen mesaj yöneticinin kendine emanet edilenlerin malını, canını koruması ile ilgili idi Çoban sürüsünden nasıl mes’ulde, yönetici de yönettiklerinden mes’uldür anlamında bir ikazda bulunuyordu. Yahudiler bunu başka yöne çektiler. Oysa Masiyette itaat yoktur. Devlet başkanı ya da din alimi de olsa, biz bir sözü işittiğimize de hemen “Teb’a ve reaya” refleksi göstermeyiz. Yani düşünmeden hemen o söze iteat etmez, tabi olmaz, o kurala uymayız. Çünkü biliriz ki Masiyette itaat yoktur ve bilmediğimiz bir şeyin peşine düşmeyiz. Biadda, ne müridin iradesini şeyhe temlik etmesi, ve ne de ulul emre mutlak iteat anlamında değildir. Hz. İbrahim vahiy gelince Allaha bunu anlamadığını, kalbinin mutmain olması için bazı şeylerin açıklanmasını istiyor. Peygamber bir şey söylüyor, gençler soruyor, “aklınızla mı hükmediyorsunuz, vahiy mi var”. Vahiy ise iman edecekler, değilse onların da o konuda farklı bir fikri olabilir. Sonunda Peygamberimiz kendi fikriden vazgeçer ve gençlerin fikrini kabul eder. Oysa o işte sonuç, görünürde aleyhlerine olmuştur. Gençler peygamberden özür dileyince, “Ve emruhum şura beynehum” ayeti gelir. Siz doğru yaptınız, o sonucu ben öyle yaptım, siz hep böyle yapacaksınız der Allah azze ve celle! Biad, bir grup Müslümanın, cenneti mecazi anlamda satın almak için kendi aralarında yaptıkları her türlü sözleşmeyi kapsar. Yoksa birinin bir diğerine bağlanması değil, herkesin verdikleri söze uymalarıdır. Ayet “Söz. Verdiğinizde sözünüzde durun” der. Yani bir kişinin başkasına iteati değil, tüm tarafların verilen söz itaati esastır. Yoksa bir kişinin bir başka kişiye iteatı (Peygamberler bağlılıkları müstesna, kaldı ki o da risalet şartına bağlıdır) onu İlah ve Rab edinmek anlamına gelir.
Yukarıdaki çoban -koyun benzetmesinden sonra, Yahudiler bunu dillerine dolayınca, “siz sürüsünüz, çobanınız gelsin, onunla konuşalım” diye Müslüman tebliğcileri muhatap kabul etmeyince, bu olay üzerine “Raina demeyin, unzurna deyin” ayeti nazil oldu. “Beni yönet demeyin, bana bak, beni gözet” dendi! Onlar efendimiz değil, VIP olan halktır. O “Kutsal bir emanettir, dulları, yetimleri ile”. Onlar önümüzü açık arkamızı toplayacak hizmetkarlarımızdır. Ama dönüp bize efendilik, İlahlık ve Rablik taslarlarsa, (Bize rağmen, bize karşı, bizim üzerimize hüküm koymak ve bizi terbiye etmeye kalkarlarsa) varlık ve meşruiyet temellerine ihanet etmiş sayılırlar. Hiç kimsenin devlete sadakatı, Allaha ve dinine sadakatından daha üstün değildir ve olamaz! Ben devlet için değil, devlet benim içindir.
İnsanları algı yönetimi ile sürüleştirenler, eğitim diye, hakikatten uzaklaşıp, eğitimle, tarih, hal ve gelecekle ilgili bilgi ve tasavvurları çarpıtanlar var ya, aslında onlar İlahlık ve Rablik taslayanlardır. “Partizanca, ya da Din adına veya ideolojik önderlerine, örgüt liderlerine karşı “öl de ölelim, vur de vuralım” diyenler de önderlerini İlah ve Rab konumuna yükseltenlerdir. Bu anlamda sakın Şeytan, Vatan, Millet, Sakarya nutukları ile bizleri de Allah’la aldatmasın! Unutmayın, Firavunun da, Hitlerin de, Stalin’in de yasaları, yargıçları, orduları, polisleri vardı! Unutmayın zulümde, masiyette, haksızlıklar karşısında iteat yoktur. Aklınızı kiraya vermeyin, FETÖ örneğinde olduğu gibi din ya da ideoloji ve siyaset uğruna sürüleşmeyin! Sonra kasaplık et olursunuz.
Siyaset Arapçada, “SYT” kökünden aslında at EĞİTmek anlamına gelen SEYİSlik ile ilişkilendirilmiş. Bu anlamda, “siyaset” arızalı bir kavramdır. Aslında bizim siyasetten muradımız MASLAHAT ile ilgilidir. Ancak onun da içini, “İdare-i maslahat” la boşaltarak siyasetçilerin ve bürokratlar / Kalemiye taifesinin oylama takdirlerinin aracı yaptık. “Maslahat” “Sulh etmek” demektir. BARIŞ’a giden yolda ilk adım, insanın kendi içinde, FITRATın ilk nüvesi olan “İç Barış” olacaktır. Bunun tezahürü AKIL ile VİJDAN’ın barışmasıdır. İkinci adım, Allahın bizi kabileler halinde yaratış gayesi “TEARÜF”tür. “Sizi ‘BİLİŞESİNİZ’ diye kabileler halinde yarattım” diyor. Barışa giden yolda ikinci adım, insanın insanla, insanların, insanlarla barış içinde yaşamasıdır. Bu da 5 temel emniyetle mümkün olacaktır. Adaletle mümkün olacaktır. Adil Şahidlikle, bir ve takva ile, yani yardımlaşma ile, ortak bir kelimeye gelmekle mümkün olacaktır. Adalet olmadan barış olmaz. Adalet ve barış olmadan hiç kimse özgür olmayacaktır. Topluma fitne hakim olacaktır. Bu çatışma, Dini, etnik, mezhebi, ideolojik, politik şekilde olabilir ve son noktada AİLE’yi ifsat eder ve Terör, intihar, uyuşturucu, fuhşiyat gibi olaylar toplum hayatını mahveder.
Barışa giden 3. Adım, İnsanın tabiatla ve hava, su, toprakla, bitkiler ve hayvanlarla barışmasıdır. Bu 3 barış gerçekleşmeden Maslahat gerçekleşmez. Maslahatın gayesi bu 3 barışı gerçekleştirmektir. Bu üç barış, bizi Allah’la barışa götürür. Değilse insan Allah’la savaştadır.Biz İnsanın fıtratını da bozduk. En azından bozanlar karşısında sessiz kaldığımız için suç ortağıyız. Evet biz zalimlerden olduk. Uysal koyun gibi, sürü gibi CoVID günlerinde mRNA bataklığına sürdüler bizi, kimse sesini çıkartmadı neredeyse, cemaat denilen topluluklar dahil. İnsanlar olarak tohumların ve hayvanların geni ile oynayarak, hibrit tohumlarla hayvanları ve ekinleri ifsat ettik. Kır çiçeklerinin ya da ekinlerin başına gelenler, kelebeklerin, arıların, koyunların, sığırların başına gelenler bizim de başımıza gelecek. O zirai ilaçlar, hormonlar, gıdalar, aşılar fıtrata müdahaledir büyük ölçüde.
SİYASET değil, MASLAHAT. Mesela eğer modern kavramlar kullanacaksanız, Arapça diye Siyaseti sahiplenmeyin. Devlet yöneticisi SEYİS, biz de AT ya da koyun değiliz. Onlarda başımızdaki çobanlarımız değil. değil POLİTİA ya da “Polis” ŞEHİR demektir. YESRİB’i MEDİNE yapan şey ne ise, POLİS de odur. MEDİNE ŞEHİR demektir. POLİS de Şehir demektir. MEDİNE aynı zamanda MEDENİYETİN KÖKÜnü ifade eder. Media, Bedevi, asabiyet topluluklarından dini, mezhebi, etnik, ideolojik ve politik toplulukların sözleşmeye dayalı olarak barış içinde bir arada yaşama iradesini ifade eder ki, bu anlamda MEDİNE SÖZLEŞMESİ, YESRİB halkının “Toplumsal Sözleşmesi” ile hayat bulmuş ve YESRİB ‘de BARIŞ TOPLUMU insanlık için örnek olmuştur.. Bugün bizim POLİS dediğimiz kurum, bu düzenin koruyucudur. Medine’de Kuvvetler ayrılığını da görüyoruz. Medine sözleşmesine vucud veren kurallar, Dini, Mezhebi ve etnik toplulukların temsilcileri tarafından belirlenmiştir. Yürütme Hz. Muhammedin yönetiminde, aslında azınlık hükümetidir. Yargı ise TAHKİM’e dayalı, halkın hep birlikte uyması gereken kuralları İnzibat denetlerken, kendi aralarındaki aile, ticaret gibi kendi iç hukuklarını ilgilendiren konuda kendi içlerinde muhayyer olacaklar, kamu dışında kalıp da, Müslüman-Hristiyan ya da Yahudi toplulukları ile ilişkide asimetrik ihtilaflar konusunda yürütme erki gözetleyici, denetleyici, hakem yolu oynayacak, Haklının hakkını korurken, Haksız olanın cürmünden daha büyük bir cezaya uğratılmasını engelleyecektir. Yeter ki bi, NAS’da (Hud 112)’de “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emrine gerektiği şekilde uyalım ve uymayanları uyaralım. Emri bil maruf, nehyi anilmünker yapalım.
Biliyorum ezberbozan şeyler söylüyorum. Tarihe, bugün ve geleceğe dair kanaatlerimizi Allah, Resul ve Kitap’a yeniden gözden geçirelim. Din ve devlet büyüklerini, Altını, Gümüşü, Dinar’ı, Euro’yu, Dolar’ı ve ona sahip olanları, LİBOR’u, FED’i, DSÖ’yü, G20’yi İlah ve Rab edinmeyelim. Müstekbirlerden, Mütrefinlerden, “siyaseti saltanata dönüştürmek isteyen asabiyet iddiasına kalkışanlar”dan ve “mahkemeyi kadıya mülk sananlar”dan uzak duralım. Allaha emanet olun. Selam ve dua ile.
Not: Biz inşallah 15 Ekim’de bu Globalist, Pedofolik Satanist Şeytani düzene; 'Deccaliyet sistemi'ne HAYIR demek için İstanbul, Fatihte, Saraçhane meydanında olacağız. Her il, ilçe ve köydeki kardeşlerimizi, Cami görevlilerini, akıl, erdem ve vijdan sahibi, aklı kirada olmayan herkesi, bu 'Ah-i Evran-13. yüzyılda yaşamış Alevî Türkmen Pîr ve Şeyhi' temelli 'Hılful Fudul-Erdemliler Topluluğu' ile ilgili sorumluluklarını kuşanmaya, ayağa kalkmaya insanları uyarmaya, uyuyanları uyandırmaya davet ediyoruz.