Fotoğraflar, gerçeği tüm çıplaklığıyla yansıtabileceği gibi aynı zamanda zihninize soru işaretleri ve şüphe de ekebilir. Fotoğraf sanatçılığı da santçının dünyaya anlatmak istediklerinin vizöründen yansımasıdır. O yüzden birçok sanat dalında olduğu gibi ortaya çıkan da çıkanın yorumlanması da tamamen subjektiftir.
“Gözümle görmeden inanmam!” deriz hep. Kutsal yazıtlarda bile Havariler, İsa’nın ellerindeki çivi izlerini ve vücudundaki yaraları gördüklerini Yahuda’ya söylediklerinde, Yahuda onlara bizzat kendisinin görüp dokunmadan inanmayacağını söylemişti. Kişinin duyması ve görmesi çok önemlidir. Ama kulaktan duyma sözler iftiralara dönüşebilir, gördüklerimiz ise bizi yanıltabilir.
Tam olarak da bu yüzden uzun yıllardır medya ve medyanın yeni kolları ile insanlığın görsel hafızası tahakküm altına alınmaktadır. Çünkü gördüğünüze inanmanız artık o görüntüyü yaratanın insiyatifine kalmıştır. Yorumladığınızı zannettikleriniz ya da kendi çıkarımlarınızı yaptığınızı sandığınız olgular aslında hep onlar tarafından bizlere servis edilmektedir ve kitlelerin beyini adeta kiraya verilmiştir.
Bizleri gördüklerimizle manipüle ediyorlar.
Fotoğraflar da artık bu yüzden yalnızca ışığa ait değil aynı zamanda karanlıkta saklanan tüm sırlara ait. Malum, bir fotoğraf için ışığa ihtiyacımız var ama aynı fotoğrafın gölgeleri, yani ışığın yoksunluğu, bir o kadar önemli.
Peki, bir fotoğraf neler anlatabilir?
Özellikle son yıllarda birçok fotoğrafın gerçekliği ve kurgusu üzerine çok fazla tartışma oldu. Savaşları kendi çıkarları için kullanan devlet başkanlarından; o devlet başkanlarını yalanlarına alet edecek kadar gözü dönmüş kişiler yalan pozlarla devletlere sızdı.
Zaten bütün mesele de buydu: Manipülasyon.
Şayet gündemi gerçekler ve komplolar olarak görüyorsanız, tebrikler, istenilen algıya bağlanmış bulunmaktasınız. Ama üzülmeyin. Bu algı çalışmalarının gerçek fotoğraf sanatçıları(!) ile hiçbir alakası yok. Bu çalışmalar ancak sabah kahvaltısında hak yiyenlerin öğle yemeğine kan yetiştirme çabalarıdır. Bunlar, küçük hesaplarıyla vadiyi fethettiğini sanan çakalların boğulacağı derelere adım atmasıdır.
Doğru yerde, doğru zamanda ve hatta doğru ışıkta bir fotoğraf çekilir... “O fotoğraf” ile Kıbrıs’ta TMT kurucusu olursunuz veya Özel Kuvvetler’de komutan... birkaç gümüş parçacığının etkin maddesi olduğu bir negatif sizin hayatınızı çok olumlu şekilde altına değiştiriverir. Lakin gerçekte, siz ne şanlı TMT’nin kurucususunuzdur ne de kıtalara korku salan Özel Kuvvetler’in bir parçası. Doğru yerde ve doğru zamanda çekilmiş bir fotoğraf karesi sizi bir anda kullanışlı bir dolandırıcı yapar.
Fotoğraf çekmek gerçekten zor bir iştir ama sosyal medya uygulamaları hayatımıza girdiğinden beri herkes kendini fotoğrafçı ve model sanmaya başladı. Kimisi yemeğini çekti kimisi de yemek yemeye çalıştığı kabı.
Yönetmen oldular, konu oldular, figüran oldular...Hiç utanmadan, Kıbrıs’ın büyük mücahidi Toros Denktaş’ın kod adını bile çaldılar. Gölgesinde kaçak dövüştükleri gibi, beraber fotoğraf sanatçılığı yaptıklarını da iddia ettiler. Halbuki ne ışıkları tutuyordu, ne aynı renklerden doğmuşlardı, ne de hayata ve Türklüğe baktıkları açı aynıydı...
Kurguladıkları bu sahtekarlıkta, kendilerini fil dişi kulelerinden başka fillerin avcıları gibi tanıttılar. Halbuki kuleleri camdan; avları ise Türk milliyetçileriydi.
Bütün oyun gözler önünde apaçık bir şekilde sergilendi ama aynı zamanda gizli kapaklıydı. Tüm fotoğrafları daha büyük bir illüzyonun parçası gibi sergilediler; kalabalık da doğru yerlere bakmayı kaçırdı. Gösteri o denli şatafata bürünmüştü ki oyuncular bile oyunun bir parçası olduklarını unutmuştular ve aslında seyirci zannettiklerinin onlarla oynadığını fark edemediler.
Gözleri önünde göremedikleri bir kalabalık vardı. Azlardı ama aslında çok kalabalıktılar.
Kalabalığın bilgeliği teorisi hafife alınmaması gereken bir olgudur. Kavanoza koyulmuş şekerlerin sayısını tahmin etmek bireysel olarak zorken, birçok kişinin tahmininin ortalaması gerçek sayıya en yakın sonucu verir. Bu yüzden belki de kitleler, erk sahipleri tarafından en korkulan olgudur.
Şimdiye kadar var olmuş tüm devrimler ve sosyal değişimler ne denli birkaç düşünürün ve teorisyenin kurduğu oyunlar ile tarih sahnesinde yerini almış olsa da hiçbir düşünce kalabalıkta karşılık bulmadığı sürece hayata geçemezdi.
İnsanlık için en önemli kavramlardan biri kitlelerdir çünkü varlığımızın devamı her daim birbirimize kenetlenmiştir. Var olmak gibi yok olmak, ileriye gitmek gibi geriye düşmek hepsi kitlelerin uyumuyla alakalıdır. Belki de bu yüzden büyük oyun kurucuları bizlere bireyselliği parıltılı kağıtlara sarıp sevdirmeye çalışmıştır. “Divide and conquer” yani böl ve işgal et ya da daha sık kullandığımız şeklinde böl ve yönet anlayışı 21. yüz yıl toplumsal hareketlerinin başat stratejisi olmuştur. Öz, mânâ, anlam, benlik ve daha nice kavram birbiri içinde umarsızca eritilerek yok edilmiştir.
Kalabalığın bilgeliği yerini kuru gürültüye bırakmış; kavanozdaki şekerleri tahmin ederken kavanoza hapsedilmiştir. Kavanoza hapsedenler kazandığını düşünür, hapsolanlar ise yenildiklerini. Lakin her iki tarafın da unuttuğu kavanozun ne kadar kırılgan olduğudur.
Bir çakıltaşı tüm yalanları paramparça edebilir.
Elbet biri bunu hatırlatacaktır.
Son derece aydınlatıcı! Saptamalar dikkat çekici. Tebrik ediyorum...