Türk Ortodoksları ve Türk Olmaya Bir Bakış -III

YAZARLAR

Yazan Selçuk ERENEROL

Dizimizin son yazısına birkaç kısa hatırlatmayla başlayıp sonucumuza doğru bir geçiş yapalım.

Son zamanlarda, Hristiyanlığı seçmiş Türklerin etnik kökeninin Türk olmadığı ve Türkçeye yüz yıllardır sahip çıkmalarına rağmen anadillerinin Türkçe olmadığı üzerine birçok safsata okuduk ne yazık ki. Bunun temel sebebinin Türk akademi camiasındaki kısmi yozlaşma ve tarih ilminin çarpıtılması üzerine olduğunu belirttim.

Türk-İslam sentezinin ve Batı eksenli okur-yazarlık bizlere Türk uygarlık tarihini her geçen gün daha çok unutturmaktadır. Bu, ciddi anlamda bir güvenlik sorunudur. Tarihini bilmeyen ve tarihine sırt dönen toplumların sonu çok açıktır. Öte yandan, yalan tarih ile sahte kimlik inşası da esas itibariyle bir o kadar tehlikelidir.

Birçok yalan, dezenformasyon, manipülasyon ve asimilasyon politikaları ile yüzlerce yıldır Türk uygarlığı hepimize unutulmaya çalışılmaktadır. Bizleri bölerek birbirimizden uzaklaştırdılar ve aynı ülküyü savunanları bile fraksiyonlara ayırdılar. İdeolojileri birer silah gibi kullandılar ve en nihayetinde de özümüze yabancılaşmayı zerk etmeye çalıştılar.

Ne kadar başarılı oldukları tartışılır. Şahsen, kafi derecede bile başarılı olduklarını düşünmüyorum lakin yok olmaya direnen bir öz sonsuza dek kendini bize hatırlatacaktır.

Yok oluşa en yakın zamanlarda bile, binlerce yıldır içimizde taşıdığımız bu öz kendini bir şekilde ortaya çıkarmış; günün doğmayacağını düşündüğümüz vakitlerde dahi güneşi uygarlığımızın üstüne ışıtmıştır.

Bu yüzdendir ki Atatürk, “Türk çocuğu, atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” sözünü bizlere söylemiştir ve aynı sebeple de bu sözü bize unutturmak için çalışanlar zihinlerimizi tahakküm altına alarak bizleri tarihimizden koparmaya çabalamışlardır.

Modern ulus devletleri zamanın imparatorlukları ile kıyaslamamız gerektiğinden daha önce bahsetmiştim. Bu hususta, Osmanlı İmparatorluğu ne yazık ki Türk milletini merkeze koyan bir anlayışa sahip değildi. Bu yüzden Osmanlı’daki dini ayrımlar içerisinde Türk Ortodoksların İstanbul Patrikhanesi’ne (Fener Rum Kilisesi) bağlanması merkezi yönetimin anlayışından doğan bir karardı. Böylelikle yönetici erk isyanlar, sorunlar ve ihtiyaçlar gibi konularda direkt o tebaanın başı olarak gördüğü kişiyi muhatap alıyordu.

Bu bahsettiğimiz, görece olarak bilinen bir bilgidir. Bilinmeyen veyahut görece daha az bilinen konu ise Hristiyanlıkta kurumların işleyişidir. Bu yüzden, dini yapılanmaların mekaniklerini bilmeden, bu hususta yorum yapanlar ne yazık ki yanlış okumalar sonucu yanlış yorumlarla tarihimize gölge düşürmektedirler.

Din tarihine çok fazla girmeden, Hristiyanlıktaki kurumsallığı kısaca anlatalım.

Öncelikle, Hristiyanlıkta ve özel olarak günümüzde çokça dile getirilen ekümeniklik kavramı nedir? Fener Rum Kilisesi’nin sözde ekümeniklik iddiaları ile adeta tekeline almaya çalıştığı bu kavram aslında hiç de kamuya yansıtıldığı gibi değildir.

Öncelikle ekümeniklik, Hristiyanlığın daha mezheplere bölünmediği zamanlarda kullanılan bir olgudur. Doğu ve Batı Roma’nın din üzerine kararlar aldığı konsillerde kullanılan bu kavram, Hristiyanlığın bütününü temsil eder. Zamanla değişen güç dengeleri hem Roma İmparatorluğu’nun dağılmasına hem de Hristiyanlığın mezheplere ayrılmasının yolunu açacaktır.

Katolik prensipleri kabul eden Batı Roma, dinin merkezini Vatikan olarak belirleyecek ve yüz yıllar içerisinde de bu değişmeyerek tüm Katolik kiliseleri kendi çatısı altında toplayacaktır.

Ortodoks inancında ise, Vatikan’ın aksine bir dini liderlik makamı bulunmamaktadır. İstanbul Patrikhanesi’nin Doğu Hristiyanlığı üzerinde kurduğu tahakküm ne denli 325 yılındaki ilk konsil olan İznik Konsili’nden başlayıp gelişerek devam eden bir olgu olsa da esas güç Bizans olarak adlandırılan dönemde ele geçirilmiştir. Aynı şekilde, Osmanlı döneminde de gücüne güç katmıştır. Günümüz ekümeniklik mevzusu da tam olarak bu güçlenmenin devamında gelen, esas itibariyle hem Hristiyanlık inancına hem de mevcut olarak Türk kanunlarına aykırı iddialardır.

Günümüzde sadece azınlık kilisesi statüsünde bulunan Fener Rum Kilisesi, Ortodoksluk dünyası üzerinde ekümeniklik iddia ederken, bu iddiayı Batı’dan aldığı destekle yapmaktadır. İçimizde beslenen işbirlikçileri de ya bu tehlikenin farkında olmaksızın destek vermektedir ya da bile isteye Türkiye Cumhuriyeti’ni bitirmeyi amaçlamaktadır.

Unutmamakta fayda olan bilgilerden bir tanesi de Yargıtay 4.Ceza Dairesi’nin 2007/5603K sayılı ilamında Fener Rum Kilisesi’nin Bulgar Kilisesi’nin iç işlerine karışmasının Lozan Antlaşması’na ve Türk hukukuna aykırı olduğu hususundaki kararıdır. Yenilemek gerekirse, Fener Rum Kilisesi Cumhuriyet’in kabulünden beri sade ve sadece bir azınlık kilisesi olarak, mübadele sonrası topraklarımızda kalan Rum asıllı Türk vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarına hizmet etmekle mükelleftir. Ne topraklarımızdaki başka Ortodoks cemaatler üzerinde yetkileri vardır ne de uluslar arası arenada.

İşte tam olarak da bu yüzden, Türk-İslam sentezi ile Batı eksenli tarih Türk halkının geçmişine zehir zerk etmektedir. 1949 yılında, sözde demokrat Adnan Menderes ve devlet erkanının yasalarımıza aykırı şekilde ABD Başkanı Truman’ın özel uçağı ile gönderilen Fener Rum Başpapazı Athenagoras’ı havalimanında karşılaması, Cumhuriyet tarihimizin ilk ihanetleri arasındadır.

Milli Mücadele zamanında çetelere destek veren Fener Rum Kilisesi’nin Lozan Antlaşması ve Türk hukukuna aykırı şekilde Cumhuriyet döneminde bile Kıbrıs’ta katliamcı EOKA’yı desteklemiş olması tarih kayıtlarıyla sabittir. Buna rağmen tarihçilerimizin ve akademisyenlerimizin, bütün bu ihanetleri engellemeye çalışmış olan Türk Ortodokslarını ve onların milli kilisesi olan Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’ni hedef alması, Türklüğünü ve Türkçe ibadetlerini sorgulaması ya cehaletlerine delalettir ya da ihanetlerine.

Türklüğümüzün ne geçmişini ne de geleceğini bu oyunlara alet olarak yok etmeyin!

Anadolu’nun 7 bin yıllık Türk beşiği olduğunu ispatlamak için mücadele eden Atatürk’e ve onun izinden giden tarihçilerimize sırtımızı dönmüş bulunmaktayız.

Unutmayın ki, “Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanır.

Başvurabileceğiniz bazı kaynaklar:

Ali Güler, İşgal Yıllarında Yunan Gizli Teşkilatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988.

Bülent Atalay, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), Türk Tarih Kurumu, İstanbul 1998.

Deniz Berktay, Rusya-Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2021.

Erol Cihangir, Papa Eftim’in Muhtıraları ve Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi, Turan Yayıncılık, İstanbul 1996.

M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul 1999.

Muammer Karabulut, Patrikhane’nin Kin Kapısında Bekleyen Halet Efendiler, Togan Yayınları, İstanbul 2007.

Mustafa Ekincikli, Türk Ortodoksları, Siyasal Kitabevi, İstanbul 1998.

Salih Özkan, Kayseri’de Türk Ortodoks Kilise Kongresinin Toplanması ve Anadolu’da Ortodoksluk Sadası Gazetesi, Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi, Kayseri 2003.

Ümit Doğan, Türk Papa, Kripto Yayınları, Ankara 2021.

Yonca Anzerlioğlu, “Tarihi Verilerle Karamanlı Ortodoks Türkler”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi.

Yorumlar (1)

Atilla Sarıbas 5 Ay Önce

Bu topraklar çok hainler gördü. Ve hepsi de içimizden çıktılar. 7000 yıllık kadim tarihimizi ne yazık ki çocuklarımıza tarih dersinde bile aktaramadık. Araplasmayan Türkler hep 2. Sınıf vatandaş olarak kaldığı Osmanlı dan sonra, ne yazık ki, şimdi yine aynı kaderi yaşamaya zorlanıyorlar. Türk'ün ülkesinde, Türkiye'de Türk'um demek faşizm, gericilik olarak alğılatılmaya çalışılıyor. Araplaşmayacağız. Türk'üz ve TÜRK olarak kalacağız. Sonsuza kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.