Yazan Dr. Nurfer TERCAN
Kendi yarattığımız bir risk olan siber riskin etkilerini önlemek, yönetmek ve hafifletmek dünya çapında bireyler, işletmeler ve ülkeler için büyük bir zorluktur. Modern toplumda yeni yaşam biçimini sorgulamaya ne kadar zaman ayırıyoruz? Hatta bizi, kimlerin, nasıl, ne amaçla bizleri yeniden şekillendirip, hiç bilmediğimiz kumaşları biçip biçip üzerimize elbise diye giydirdiklerinden ne kadar haberimiz var? Toplumun dinamiklerini, modernliğin biliminin sınırlarını hesap etmeden duvarına tosladıktan sonra mı ‘Bize neler oluyor?’ sorgulamasına tutunacağız?
Yaşadığımız çağın insanlar ve toplumlar için nasıl ve hangi türden dönüşümlere sahne olduğunun farkındamıyız? Prof. İoanna Kucuradi’nin de seslenişinde belirttiği gibi; “Dünyada olan bitenlere baktığımda ne görüyorum? Postmodernizm gelmiş, sınırlarına toslamış durumda. Birçok insan ne yaptığının farkında değil. Dünyada olan bitenlere baktığımızda, her türlü eyleme, her türlü fikre insanların eş değer baktığını görüyoruz. Oysa her şey eşdeğer değildir. Post-Modernizmin söylediği gibi ‘Anything goes’ değil. Yani her şey gitmiyor, olmuyor, olmaz! Haddimizi bilmek diye bir şey var. İşte bu kaldırıldı ve şimdi her şey mümkün, her şey olabiliyor.”
Dijital dünyaya 20. Yüzyıldan kalan miras; “Anything goes, ‘Ben Yaptım oldu! Kim ne yaşarsa yaşasın hiçbir önemi yok. Ortaya ne atarsan, toplumda yerini bulur.” Görenin iç sızısı, görmeyenin yaşam biçimi zaten bu …
Risk toplumu çağında bilgisizlik, bireyleri ve toplumları teknolojik, bilimsel, endüstriyel ilerlemelere müdahaleden ve eleştiriden yoksun bırakması ile doğacak tehlikeyi görebildik mi? Ya da aşırı bilginin ve bu bilginin sorgusuzca kullanılması en az bilgisizlik kadar kötü ve tehlikeli olduğunu da farkedemediğimizden mi sınırlara tosladık?
İşte böylesine sınırlarına çarpa çarpa, yaşam çabasının ürünü olan ‘Risk Toplumu’ teorisi; modernliğin ve onun kurumlarının başlangıçta olduğunda çok daha ileri bir aşamaya geçtiği, modernliğin radikalleştiği, dolayısıyla gelinen bu aşamanın insanlığı gelecekteki olası sonuçların kestirilemediği bir belirsizlikler çağına taşıdığı tezinden hareket etmektedir. Üstelik söz konusu belirsizlikler, modernliğin ya da doğaya hakim olma çabasındaki modern insanın imal ettiği belirsizliklerdir. Kaynağı doğal olmayan insan tarafından imal edilmiş belirsizlikler, Çernobil faciası, küresel ısınma, çölleşme gibi örneklerle tanımlanan ve sonuçları kestirilemeyen olası büyük riskleri doğurmuştur. İmal edilmiş belirsizlikler çağının toplumu, risk toplumudur. Risk toplumu teorisini, teorinin mimarları olan Alman Sosyolog Ulrich Beck ve İngiliz Sosyolog Anthony Giddens’ın ‘düşünümsel modernlik’ ve ‘radikalleşen modernlik’ kavramlaştırmanın önemini görev bilmiş, modern topluma bütünsel bakış açısı ile, insanlığın sürüklendiği yokolduğunu kitap kitap haber vermişler.
Teknoloji sürekli geliştikçe, hayatımızı daha kolay ve daha başarılı hale getirmek için ondan yararlanmak istiyoruz. Sosyal ve ticari amaçlarla kullandığımız kuruluşlara sağladığımız veriler daha önemli hale geliyor, ancak aynı zamanda risk de artıyor.
Bu, bireyler için kişisel düzeyde sorunlara neden olmak ile beraber, ancak ilişkilerin bağlı olduğu güven aşıldıkça, iş ve toplum için de ciddi zincirleme etkileri oluşturmaktadır. Ulrich Beck gelecek olan bu tehlikenin sürecini gözlemleyerek elde ettiği verileri ile risk algılarının sistemlerin, teknolojilerin ve toplumsal yapıların gelecekteki gelişimini değiştirebileceğini işaret ediyor.
Giddens’e göre; Modernlik, yapısal olarak küreselleştiricidir ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düşünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleşerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluşturur. Modernliğin küreselleştirici eğilimleri eşzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir; hem yerel hem de kutuplarda karmaşık değişim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniş ölçekli sistemlerle bağlantılı duruma getirirler.
Veri paylaşmak hayatı kolaylaştırır düşüncesinde, daha rahat ve bağlantı kolaylığını sağlarken, verilerin kişisel mülkümüz olduğunu da unutuyoruz. Yanlış ellere geçmesi ile fiziksel, finansal ve psikolojik olarak çok yüksek bedeller ile karşı karşıya olduğumuzun farkında mıyız? Bu durum, bir bireyin haklarının sınırlandırılması, ayrımcılık, kimlik hırsızlığı veya dolandırıcılığı, mali kayıp, itibarın zedelenmesi ve önemli ekonomik veya sosyal dezavantajı içermektedir.
Halkın büyük bir çoğunluğunun, günlük yaşamlarını zorunlu olarak çevrimiçi olarak sürdürmesi için pandemi en iyi çözümdü. Eğitim başta olmak üzere, kamu ve özel kuruluş çalışanları, çalışmasa da yaşam artık dijitalde diyerek, en az zaruri çevirim içinde olanlar kadar kendisi mecbur eden kesimi de göz ardı etmeden konuyu anlamamız gerekiyor. Çevirimiçi yaşam modelinde, toplanan bilgiler, bu bilgilerin korunduğu havuz, bulut, çanak çömlek artık kimin zihninde nasıl şekilleniyorsa… İşte yeni dünyanın bir kavramı daha!
Önemli olan bu kavramların işlevselliğini, ne ile karşı karşıya olduğunu bilmemiz. Big Data -büyük veri havuzlarının kişisel bilgileri çalmak ve bunlardan para kazanmak isteyen siber suçlular için oldukça çekici olması. Ya da bu verileri satarak paraya para demeyen, paraya ne ‘Diem’lerin servetlerini katlarken, hukuk, yasalar bu duruma ne diyor? Biliyor muyuz? Yeni Dijital Dünyanın İnsan hakları, ya da Hukuk sistemi nasıl? Ceza, yaptırım işlevi nerede? Avukat, hakim, savcısı gibi cübbeli görevlileri…? Tehdit ortamı sürekli değişiyor. Dün durum tespiti yapan herhangi bir bilir kişinin verdiği bilgi bugün güvenli olmayabiliyor, yeni dijital dünyada.
Sosyal medya verilerimizin reklamcı ve üçüncü şahıslara satılmasını sağlayan Facebook, Instagram, Twitter ve diğer sosyal ağlar eğlenme ve özgürlük duygusunu aşılayarak bireylerin veri üretimini hangi teşvikle devam ettirdiğini hiç düşündük mü? Kullanıcılar, resim, video yükleme, yorum yapma, beğenide bulunma eylemleriyle, sosyal medyanın dev şirketlerinin reklam gelirlerini artırmak için ücretsiz uzun geceler boyu çalışan işçileri olduğunu biliyormuyuz?
Böylelikle üretilen ürün/bilgi sermaye tarafından her yüzyılda olduğu gibi sömürülmektedir. Sömürülmüş olan, ortak olarak üretilen bir mal ya da bilginin bir kısmı ya da tümünün, sömürenin kendisine mal etmesidir. Bilgi emeği olarak da adlandırılan maddi olmayan emeği kullanan şirketler, firmalar ya da markalar, ‘bedava’ kullanımı önererek reklamlar yoluyla içerik üreten sosyal medya kullanıcılarına hem dijital içeriği ürettirecekler, üstelik kullanıcıların özel mülkiyeti olan tüm kişisel bilgilerin yasal hakları kendilerin de olacak! Sadece programlarını ücretsiz kullanıp, mesajlaşma ya da iletişim kurabilme özgürlüğü ile sınırlı bir karşılık ile …
Reel dünyadan sanal dünyaya küreselleşme hareketiyle ile yaşanan bu büyük göç dalgası sonucunda dijital göçmenlerimiz, ilk yerli dijital aktivistlerimiz ve kendi gerçekliğinin nihai sonucuna varan virtüel gurbetçileri olarak, ‘google’ tarafından tarih sayfalarına işlenirler mi acaba destanlaşmış kendisine has hikayeleri ile? Dijital dünyanın içine doğan yerli aktivistler sanal dünyanın gerçeklik sanısını içselleştirmişken, dijital göçmenler yeni yaşam biçimlerinde herhangi bir problem yaşıyorlar mıdır? Teknolojik aygıtlarıyla günlük yaşamlarını ‘güncelleyemeyen’ dijital göçmenler yerlilerin çağdaş topluluğuna (kabilesine) girmek için gösterdikleri çabanın bir yöntemi var mıdır yerliler tarafından belirlenen? Kabileciliğin nüfuzlu bir güç olduğunu Y kuşağı dahil herkes iyi bilir. Bir aidiyet, kimlik, aile, topluluk, takımlar ve uluslar yaratır ama aynı zamanda ayırımcılığa, şiddete, savaşlara ve soykırımlara da yol açabilir. Bir marka kabilesi bir markayı beğenenler arasına kurulu sosyal ilişkili dizine dayanan özelleşmiş, coğrafi bağlılığın şovalyeleri…
Bugünü geçmişle kıyasladığımızda, çok daha kapsamlı yıkıcı olabilen ve son derece yüksek risklerle inşaa edilmiş Yeni Dijital Dünyada yaşıyoruz artık. Söz konusu risklerin önemli bir bölümü, insanoğlunun modernleşme savaşı ile birlikte kapitalist döngü içinde daha çok kârlılığın peşinde koşmasının sonucudur. Modern yaşam kalıplarının vazgeçilmez tüketim nesnelerine bağlılığın riski, doğanın kirletilmesinden daha çok, çöpten geçilmeyen zihin dünyasında yaşayanların nüfusunun her geçen gün daha fazla artmasıdır. Kitle imha silahlarının, nükleer tehlikelerin ve giderek artan yoksullukla gelecekte değilde şimdiden yüzleşmemiz gerekliliği konusunda fikir birliğine dahi varmış değiliz. Hatta hiç bir fikrimiz de yok, işin en acı gerçeği… Ancak burada önemli olan soru, bütün bu olumsuzlukları nasıl kavramamız gerektiği ve bunlara karşı alacağımız tutumun ne türden bir bilince dayanması gerektiğidir.
Kısacası düşünmenin tam zamanı…